Gana ya da sömürüden sonraki adı ile Gold Coast (Altın Sahil) yahut resmi adıyla Gana Cumhuriyeti Afrika’nın batısında yer alan bir ülkedir. Geçtiğimiz hafta bir senedir görüşmeler yaptığımız Gana’nın Türkiye Başkonsolosu ile ülkenin başkenti Accra’ya geldik.
Hicret-i Seniyye’nin 2. asrında (Miladi 9.yy) Arap Tüccarlar bilhassa Sudanlı Müslümanlar (belki de bu yüzden ülkeye Müslümanlar Tariku’s-Sudan da demişlerdir.) vesilesiyle İslamiyet’in yayıldığı Gana, bugün çok uluslu bir devlet yapısına sahiptir. (Ülkeye ismini veren Gana esasen bölgedeki İslam Devleti’nin tarihteki adıdır.) Ülkede birçok etnik grup yer almaktadır. 79 farklı dilin konuşulduğu Gana’da resmî dil İngilizce. İngilizcenin haricinde en çok konuşulan yerel dil Akan dilidir. Başkonsolosumuzun belirttiğine göre nüfusun %80'i bu dili konuşup anlayabiliyor.
İlk durağımız olan Accra Kotoka Uluslararası Havalimanı’ndan şehirlerarası havalimanına geçtiğimizde havalimanı yer hizmetleri çalışanlarının greviyle karşılaştık, uçağımız grev dolayısıyla iptal edilmiş. Konsolos Bey çare yok karayoluyla gideceğiz dedi. Hayrül umuru ehmezuha yani zorluk ve sıkıntılı olan işler daha hayırlıdır sırrınca hayırlı işlerin zahmetli olduğuna bir daha şahit olduk. Bir araç kiralayarak yaklaşık 12 saat sürecek olan seyahatimize başladık.
Kuzeye doğru yaptığımız bu yolculuk sayesinde ülke hakkında kısmen de olsa bilgi sahibi olduk.
Yolculuğumuzun yarısında Ülkenin en büyük ikinci şehri Kumasi’ye vardık. Yol üzerinde 400 öğrencisi bulunan ve daha evvel Çare Yardımlaşma ve Kalkınma Derneği adına da kurban ve Ramazan faaliyetlerini gerçekleştirmiş olan İmam Başaş ile buluştuk. Ayaküstü görüşmemizden sonra asıl menzilimiz olan Tamale Bölgesi’ne doğru devam ettik. Yol boyunca sömürünün izleri olan fakirliği, yokluğu, yoksulluğu müşahede ettik.
Günümüzde nüfusun %71,2'si Hristiyan, %17,6’sı ise Müslüman’dır. Kendisini ateist olarak tanımlayan 1,5 milyon Ganalı ise herhangi bir dine mensup değildir. Geri kalan nüfusun da Afrika dinlerine mensup oldukları ifade edilmektedir. Misyonerlik faaliyetlerinin yoğun olarak yaşandığı, her adımda bir kilisenin, bir Hristiyan okul yahut hastanenin olduğu bu güzel ve yeşil ülke kendi isteği ve hür iradesiyle mi bu dini seçmiştir? Hayır! Bu din Afrika’nın geri kalanında olduğu gibi buraya da kin, nefret, kan, sömürü, köleleştirme gibi gayri insani ve gayri ahlaki Emperyalist Batı’nın iğrenç koloni sistemiyle cebren ve gadren gelmiştir. Milli şairimizin ifadeleri tablonun dehşetini ne de beliğane ifade ediyor;
“MEDENİYET SİZE ÇOKTAN BERİDİR DİŞ BİLİYOR,
EVVELA PARÇALAMAK SONRA DA YUTMAK DİLİYOR!”
Gana esasen zengin ve kadim bir devlet geleneğine sahiptir. Kabileler federasyonlar yoluyla devletleşmiş hatta imparatorluk kurmuştur. Dagomba ve Bono krallıklarından sonra yaklaşık 3 asır devam edecek olan Aşanti Krallığı Afrika’nın en köklü devletleşme örneklerinden birisidir. 1680 yılında dağınık olarak yaşayan Akan krallıklarını tek çatı altında toplayarak oluşturulan Ashanti Krallığı mevcudiyetini 1896 yılına kadar sürdürmüştür. Bu tarihten önce Portekizliler, Hollandılılar, Almanlar ve daha sonra buradaki altın madenlerinden haber alan İslam’ın ezeli düşmanı olan İngilizler! Bir köpek balığının kana verdiği tepki, zehirlemekten hazzeden bir yılanın fıtratının gereği, vahşi amazon ormanlarının amazon nehirlerindeki aç kalmış bir timsahın avına yaklaşırken tavrı ne ise batıl Batı’nın vahşi emperyal yılanları, aç timsahları olan İngilizler de o hal ile yaklaşır Afrika’ya ve Gana’ya…
Birleşik Krallık 1896 yılından bu yana hâkim olduğu toprakları 1 Ocak 1902 tarihinden itibaren Altın Sahil’i sömürgecilik sisteminin bir parçası olarak tam anlamıyla kendi bünyesine dahil etmiştir.
Bu sömürgeci kan emiciler bir taraftan kıtanın zenginliklerini Batı’ya kaçırırken bir yandan da misyonerlik faaliyetleriyle kara kıtanın uyanmamasına gayret gösteriyorlardı. Düşünün, Hristiyanlaştırılmış yerlilerin oranı %60’ı buluyor...
İşte Gana’nın tarihi aklımızda ve Müslümanların çektiği bütün çileler kalbimizde Tamale bölgesine vardık. Başkonsolosumuzun köyüne ulaştık. Ertesi gün bölgenin kabile şefine gittik. Saray adını verdikleri ve garip bir mimarisi olan bu yapıda alkışlarla ve dualarla karşılandık. Sagnarigu Kabilesi Şefi (Dagomba Kabilesi’nin Sagnagiru Aşireti Reisi) Sagnari Naa Yakubu Abdulay’a kendimizi anlattık, neden geldiğimizden ve yapmak istediklerimizden bahsettik. Kendisi 10 dönüm arsasını bize bağışladığını ifade etti. Buraya inayet-i ilahi yar olur, Anadolu insanının himmet ve hamiyeti de bizimle olursa inşaAllah medrese, yetimhane ve cami projesi yapacağız. Merhum Benna; “Bize göre ‘La ilahe illallah, Muhammedün Resülullah’ diyen her Müslüman’ın yaşadığı toprak parçası vatanımızdır. Bizim katımızda saygınlığı ve yüceliği vardır. Orayı sever ve sayarız; gelişmesi için gayret gösteririz.” diye ifade ettiği hakikat bizleri Tamale’ye getirmiştir. Ganalı Müslümanları kendimizden ayırmıyor, gönül coğrafyamızın her parçasını kendimizin addediyor, ayrılık hissini satmaya çalışan ve Müslümanları bölmekle yaşamını devam ettiren batıya değil içimizde onlara aldananlara sesleniyoruz;
“Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı,
Aynı milliyetin altında tutan İslam'ı,
Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir...
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez...
Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez!
Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah,
Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah.
Diye dursun atalar: 'Kal'a içinden alınır.'
Yok ki hiçbir kişiden... Millet-i merhume sağır!
Bir değil mahvedilen devlet-i İslamiyye...
Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye.
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
Bırakın eski hükümetleri meydandakiler
Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.
İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!
İşte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi.
Himmetimizin pervaz etme zamanıdır! Makalemizi bir asır evvel söylenmiş bir vaaz-u nasihat değil tam bu zamana hitap eden bir hutbe olarak gördüğümüz eserinde geçen Bediüzzaman’ın şu sözleriyle bitirelim;
Ey bu sözlerimi dinleyen bu Câmi-i Emevî'deki kardeşler ve kırk-elli sene sonra Âlem-i İslâm câmiindeki ihvân-ı Müslimîn! "Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeğe iktidarımız yok, onun için mâzuruz." diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tenbelliğiniz ve "Neme lâzım" deyip çalışmamanız ve ittihâd-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.
İşte seyyie böyle binlere çıktığı gibi, bu zamanda hasene -Yani İslâmiyet'in kudsiyetine temas eden iyilik- yalnız işleyene münhasır kalmaz. Belki o hasene, milyonlar ehl-i îmana mânen faide verebilir. Hayat-ı mâneviye ve maddiyesinin râbıtasına kuvvet verebilir. Onun için "Neme lâzım" deyip kendini tenbellik döşeğine atmak zamanı değil!..
مَنْ كَانَ هِمَّتُهُ نَفْسُهُ فَلَيْسَ مِنَ اْلاِنْسَانِ ِلاَنَّهُ مَدَنِىٌّ بِالطَّبْعِ
Yâni: Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Hutbe-i Şamiye/61
Mehmet Emin'e Engelli Sandalyesi Sürprizi!
07.08.2024: 14:37Küçük Elvin, Yeniden Duymaya Başladı!
07.08.2024: 14:37Şanlıurfa’ya Akülü Tekerlekli Sandalye Yardımları
07.08.2024: 14:379 Yaşındaki Çocuğa Tekerlekli Sandalye Yardımı
07.08.2024: 14:37Darbeye Karşı Nöbet tutan halkımıza ikram dağıtımımız sürüyor.
07.08.2024: 14:37© 2022 Çare Yardımlaşma ve Kalkınma Derneği. Tüm Hakları saklıdır.
KVKK Aydınlatma Metni Gizlilik PolitikasıDil ve Kur Tercihlerinizi istedğiniz gibi yönetin